Düello Başlasın | İstanbul'da Yaşamak vs İzmir'de Yaşamak

Mayıs 19, 2017
19 yılık İstanbul ve 4 yıllık İzmir yaşantımdan sonra bu şehirlerde hayatta kalma rehberi yazabilecek olgunluğa eriştiğimi düşünüyorum. Geri kalan hayatımda nerede yaşayacağım konusunda hiçbir fikrim olmadığından biraz da kendim için bu konuyu yazmak istedim. (Bendeki laflara bak ya, into the wild sanki diyar diyar...)

istanbul sultanahmet 
İstanbul ile başlayayım. Ben Anadolu Yakası’nda büyüdüm. Avrupa Yakası bana karman çorman gelmiştir hep. Gezilecek çoğu yerin karşıda olması sorunsalı ve mecburi durumlar dışında -karantina varmışçasına- gitmemeye dikkat ettiğim bir yer oldu orası. Anadolu Yakası ise evimdi. Mahalle kültürünün uzun süre dayandığı bilimum yerler bu taraftadır. Kızlar erkekleri kovalacasınlar, ortada sıçanlar, çamaşır ipiyle voleybol turnuvaları… Biz, sokakta oynayarak büyüyen sondan bir önceki nesil falan olmalıyız. (İnternet bağlantısının sanki telefonda numara çeviriyormuşuz gibi zırrr zırrr sesini hatırlayan son nesil de biziz ayrıca)


İstanbuldan çok soğudum özellikle son bir iki yıldır. Büyük şehir olmak ve kentsel dönüşüm denen şeyi nasıl her yere rezidans, gökdelen gibi binalar, siteler dikmeye çevirebildiler merak ediyorum. Olmuyor, bu Amerikan rüyaları tutmuyor… Hem doğal güzellik kalmıyor, hem görüntü çirkin ve soğuk. Yeni yapılan bütün binalar zengin ama zevksiz duruyor. (Tıpkı zenginlerimiz gibi...Sonra, gökdelenden köşeyi dönünce tarla var, daha ne kadar açık olabilir bir durum. Koca koca iş merkezlerinin iki sokak aşağısı gecekondu mahallesi. Şehrin bir düzeni yok, belli tarz mimarisi yok. Resmen 1453’ten beri bu şehirdeyiz ve hala yerleşemedik.

Boğaz'ın etrafına bakıyorsun; yalılar, çok güzel evler, harika mekanlar. (Anca bakıyoruz) Boğaz başlı başına bir harika zaten. Sadece izlemek bile gününü düzeltebiliyor insanın, şüphesiz. Tarihi yerleri gezmesi görmesi çok zevkli. Sultanahmet, Topkapı, Yerebatan Sarnıcı, Galata Kulesi, Ayasofya, St. Antuan... Ama İstanbul gibi, tarihte kendine dev yer edinmiş bir şehrin bu hale geldiğini ve gereken önemin verilmediğini gördüğüme üzülüyorum.


Bazı semtler var, şehrin en nezih ve en düzgün semtleri belki de, sadece gezmeye gidebiliyorsun. Şaka şaka ne gezmesi, fotoğraf çekmeye. Galata, Bebek, Cihangir, Nişantaşı, Caddebostan, Moda... İlk aklıma gelen, en yaşanası yerler. Yaşamaya yetecek durumun yoksa, geziyorsun sonra akşam otobüsle metrobüsle sıkış tepiş evine dönüyorsun. Şehrin güzelliğinin sefasını istediğin her an süremedikten sonra ne anlamı var? Zaten bir yerden bir yere gitmek çoğu zaman bir saat sürüyor. Hayat yollarda geçiyor. Kalabalık da cabası.


Çeşitlilik güzel şey. Ama bu çeşitliliğin niteliğine bir bakmak lazım. Fatih'te biraz yürüyünce Arapça’da intermediate seviyesine geliyorsun mesela. Rica ediyorum göç etmeyi bırakın artık. Sığışamıyoruz şehre, omuz omuza yaşıyoruz.


İzmir'e gelince… Bu şehre ilk geldiğim zaman minik bir hayal kırıklığına uğramıştım, küçük gelmişti, ‘abartıldığı kadar değil’ demiştim. Aslında abartıya bile gerek yokmuş çünkü şimdi diyorum ki; keşke burda doğup büyüseymişim. Aynı şekilde iki üç günlüğüne gezmeye gelen arkadaşım da pek fazla sevememişti burayı. Sevmek için zaman geçirmek, burda yaşayan insanlar ne yapar, nerelere gider bunu anlamak lazım diye düşünüyorum. Bana sadece bir hafta verin…

 izmir karsiyaka 
Tarihine bu kadar önem veren bir şehir daha zor bulunur bu ülkede. Taa denize dökülüş döneminden kalma Rum evlerinin neredeyse hepsi iyi durumda; ev, yurt, kurs, restaurant, cafe, bar, pansiyon vb. şekillerde değerlendiriliyor. Kütüphanelerine, müzelerine, tarihi yapılarına çok önem veriyorlar. Sürekli yeni projeler görüyorum,  eski yerler de restore ediliyor. İşin iyi yanı, uzun sürmüyor. Mesela Bostanlı-Karşıyaka tarafına tramvay yapıldı geçen ay. Ben de o tarafta çalıştığım için inceleme imkanı buldum. (Kadıköy-Pendik treniyle karşılaştırmak için özellikle inceledim de denilebilir. Çünkü kendisi 3 yıldır aynı yerde. Dönem dönem hareketleniyorlar, çalışma başlıyor sanıyorsun, umutlanıyorsun, yine duruyor.) Her sabah baktığımda, mutlaka dünkü yer bitmiş yan tarafa geçilmiş oluyordu.

 
Mükemmel görünümde bir şehir değil İzmir. Ama her yeri bir şekilde ilginç bana göre. Bir muhitteki düzen belli, göze aykırı görünmüyor. Dokunulmamış Roman mahalleleri, kışın kimselerin olmadığı sahil kenarları, yılın her zamanı hareketli öğrenci muhitleri… Son zamanlarda, gökdelenimsi iş merkezi yapmaya hevesli bir iki proje görüyorum ama belli yerlerdeler ve abartılacak kadar çok değiller.


Ulaşım çok kolay. Şehrin öbür ucuna kadar trenle gidebiliyorsunuz. Mesela geçen gün Eski Foça'ya gittim. 50 dakika tren, hemen indiğim yerden 30 dakika da otobüs sürdü ve direkt meydanda indim. Öğlen gidip akşam üstü döndüm. Trafiğe gelince, her şehrin kendine has bir trafiği olduğu gibi buranın da var fakat genelde bir yerden bir yere ulaşmak insanı kanser etmiyor. Ayrıca ilk geldiğimde şaşırdığım bir şey daha, yürüyerek çoğu yere ulaşılabiliyor. İstanbul'da yürümek denen şeyi unutmuştum ben belki de ondan şaşırdım… Aman kalsın ya, hiç sevmiyorum zaten yürümeyi. Bir tane tahtırevan yaptırmam lazım Cersei Lannister gibi.


izmir foca 
Birazcık gözlemleyip diğer şehirlerle karşılaştıran herkesin fark edeceği bir noktaya geleceğim şimdi. Burda insanlar daha mutlu. Ben her iki şehirde çok kez bir yerlerde oturup insanları izledim. Hava çok güzel olur, yanında ailesi olur, sevgilisi olur, arkadaşı olur, yalnız olur… Pek fark etmiyor çünkü herkes mutsuz, herkes bir şeylerden bunalmış İstanbul'da. Çok da duyarsızlaşmışlar. İzmir'in insanıysa daha canlı. Daha yardımsever, daha güleryüzlü. Hayattan kesinlikle daha çok zevk alıyorlar. Bu arada tam konunun burasındayken aklıma geldi; bu kış kar yağdı İzmir'e, çok uzun zamandır bu kadar çok tutmamış diyorlar. O sabah evden çıktım, yerler buz olmuştu soğuktan, sokaklar tıklım tıklımdı, herkes düşmemek için dikkate önüne bakarak yürüyordu ve herkes sırıtıyordu. Resmen herkes kendi kendine gülerek yürüyordu ya, harika bir sabahtı. Böyle küçük şeylerden mutlu oluyor insanlar işte ne güzel. İstanbul'da herkesin sabah sabah sırıtarak yürüdüğünü görebilmek için kırmızı kar mı yağması lazım artık ne lazım bilmiyorum... Ayısı, öküzü, serserisi burda da var. Hatta sırf onlardan oluşan muhitler bile var. Çünkü şehir fark etmiyor, onlar her yerdeler. Ama sokakta falan bir tehlikeyle karşılaşsanız, bir sorun yaşasanız, belki de en çok burda yardımınıza koşarlar.


Burda insanlar daha özgür. Hem ruhen hem fiziken. Karışanınız görüşeniniz olmaz burda bir şeye. Onu giy, bu saatte şuraya git… Sen akşam Alsancak Kordon'da çimlere uzanır biranı şarabını içersin, öbür tarafta biri sevgilisine evlenme teklif eder. Diğer tarafta bir grup arkadaş müzik aletiyle gelmiştir, çalarlar söylerler. Çiğdem satan amca geçer yanından çiiidemciieeööyyy diye bağıra bağıra. Birinin arabesk söyleyesi gelir, başlar söylemeye, herkes onu alkışlar. Off bir yaz mevsimi insanı olarak hep derim zaten sıcak yerin insanı bir başka olur diye. Çeşit çeşit, her telden insan yanyana oturabilecekse eğer, bunun mümkün olduğu şehirdir İzmir. Öğrencilik hayatını da en güzel burda yaşarsınız. Mutlu olursunuz burda bak, gelin bir süre kalın, buralı gibi yaşayın, farklı alışkanlıklar görün, farklı kelimeler öğrenin, insan tanıyın. (Ay hepiniz de gelmeyin ama, grup grup gelir dönersiniz, İstanbul’a çevirmeyin burayı da 😂) Kendi adıma söylüyorum en azından, burası beni mutlu ediyor. Daha huzurluyum geldiğimden beri.


Bu cümlelerin ışığında, İstanbul'da yaşanmazmış diyerek altın kemeri İzmir'in beline takıyorum. Övmelere doyamadığıma göre ayrıntılı bir nerelere gidilir, ne yapmadan dönmemeli yazısı gelir o zaman ilerleyen haftalarda…


Yine de seviyor insan doğup büyüdüğü şehri, biliyorum ki İstanbul'dan kopamaz bir tarafım. En başta ailem, en yakın arkadaşlarım, çevremiz İstanbul'da. Ama hepsini naklettirebileceğim ya da klonlayabileceğim bir proje üzerinde çalışıyorum.


Buse İzmir'den bildirdi. Ay inşallahhh hiç gitmem burdan. İyisiniz kız İzmirliler… Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, okuyan herkese sevgiler!








Buse

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.