Kitap İncelemesi | Anne Frank'in Hatıra Defteri

Yaklaşık 1 ay aradan sonra herkese yeniden merhaba! Uzun zamandır okumak istediğim bir kitap olan "Anne Frank'in Hatıra Defteri"ni birkaç hafta önce bitirdim ve sizlerle de paylaşmak için bir inceleme yazısı yazmaya karar verdim.
Benim gibi Faşizm ideolojisine (ideoloji demek pek doğru olmasa da) ve Nazi Dönemi'ne ilgi duyuyorsanız bu günlük de sizi farklı birçok açıdan tatmin edecektir. 
Ben, İş Bankası Kültür Yayınları'na ait olanı okudum ve Can Yücel'in mükemmel çevirisinin Anne Frank'in hislerini ve o muzurluğunu çok iyi yansıttığını düşünüyorum.



1929'da Almanya'da doğan Anne Frank, daha sonrasında ailesiyle birlikte Hollanda'da yaşamaya başlamıştır. Kitabın başlangıcında günlüğün tarihi 14 Haziran 1942 ve Anne'in doğum günüdür... Bu tarihten itibaren 2 yıl boyunca Anne'in düşüncelerine, hislerine, yaşadıklarına, onun olgunlaşmasına tanıklık ettim ve ben de çok fazla şey hissettim. 

İlk sayfalardan itibaren Nazi baskısını görmeye başlıyoruz. "1940 Mayıs'ından sonra iyi günlere veda ettik" diyor. Anne, Yahudi oldukları için sıcak havada her yere yaya olarak gitmek zorunda olduğundan bahsediyor; trene binemez, otobüse, tramvaya binemez, otomobil süremez. Akşam sekizden sonra sokağa çıkamazlar ve daha birçok yasak...

Yaklaşık 1 ay sonra, sığıntı olarak yaşamak zorunda kalacakları yere gidiyorlar ve Anne günlüğünü yazmaya buradan devam ediyor. Babasının Hristiyan olan arkadaşları onlara yardım ediyorlar ve bu şekilde hayatlarını bir iş yerinin üst dairesinde kimseye görünmeden sürdürmeye başlıyorlar.

Bu süreçte benim ilgimi çeken bazı noktalar oldu ve asıl bunlardan bahsetmek istiyorum. Her an yakalanma ve ölüm riski olmasına rağmen Anne'in her zaman umudunu koruması ve saklandığı yerde hobilerinden vazgeçmemesi gibi... Fırsat buldukça İngilizce ve Fransızca çalışması, kitaplar okuması, kendini geliştirmek için çaba göstermesi ve zaman zaman savaşın bitmesi durumunda bundan sonrası için planlar yapması beni çok etkiledi. 

Daha iyi özetlemek açısından hoşuma giden birkaç bölümü de paylaşmak istiyorum.



"Tabiata tutkun bir sürü insan var, hastanelerde, cezaevlerinde, tabiatı doya doya seyredecekleri günü bekleyen insanlar var, bir de bizim gibiler, durduğu yerde kapanmış dört duvar arasına, yoksulun, zenginin eşitçesine yararlandıkları güzelliklerden yoksun bırakılanlar."

"Çağımızın güçlüğü bu: Ülküler, düşler, umutlar tomurcuklanıyor içimizde ama korkunç gerçeğin yumruğunu yiyip dağıtmak üzere... Gene de ülkülerimden bu zamana kadar vazgeçmemiş olmam şaşılacak şey. Yoksa hepsi gerçekleştirilemeyecek kadar saçma olma damgası altında yaşıyor. Ülkülerime bağlı kalıyorum çünkü kim ne derse desin, insanların aslında iyi olduklarına inanıyorum. Umutlarımı kargaşadan, ölümden, yıkımdan kurulu bir temel üstüne kuramam ya!"

"Her gün harp için milyonlarca lira harcanıyor, öbür yanda sağlık işleri, sanat çalışmaları, yoksullara yardım için kuruş ayrılmıyor. Dünyanın başka ülkelerinde artan yiyecek maddeleri çürüyüp dururken biz niye burada açlıktan ölüyoruz? Niye insanlar böylesine çılgın?"

"Ölüler, yaşayanlardan daha çok çiçek alır çünkü pişmanlık minnetten güçlüdür."

Anne Frank, ailesi ve birlikte saklandığı diğer insanlar, 2 yılın ardından yakalanarak toplama kamplarına götürülmüşler. Anne, savaşın bitmesine sadece 2 ay kala kampta öldürülmüş, sadece babası kurtulabilmiş. Yazdıkları o kadar samimi ve içten ki, sonunu bile bile yaşayabileceğini ümit ettim.



Günümüzde hala benzer olayları, savaşları, vahşeti yaşıyoruz. İnsanlar ayrımcılığa uğruyor, hiç uğruna ölüyorlar ve biz bunlara her gün çaresizce şahit oluyoruz. Bu günlüğün yayımlanması ve neredeyse her dile çevrilmesi de işte bu yüzden. Kitapta da belirtildiği gibi "bugün yaşayan, yarın yaşayacak ve yaşayanların kaderlerini ele alacak olan nesiller buna benzer faciaların tekerrür etmemesi için ders alsınlar..."



AYLİN


Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.